NAFİ’

Nafi aslen İsfahanlı olup çocukluk dönemine ait bazı izlere Medine’de rastlandığına bakarak burada doğduğu tahmin edilebilir; bunun tarihi de Zehebî’nin zikrettiğine göre 70’li (690) yıllardır. Zehebî’nin doksan yıl yaşadığını belirttiği dikkate alındığında ise bu tarihin 79 (698) olduğu anlaşılır. Kıraat ilmini tâbiînden öğrenen Nâfi‘ bu nesilden yetmiş kadar kişiden faydalandığını söylemiş, kıraatini hocalarından aldıklarını aynen koruyarak telif etmiştir.

İbnü’l-Cezerî’nin kaydettiğine göre meşhur on kıraat imamından Ebû Ca‘fer el-Kārî ile Abdurrahman b. Hürmüz el-A‘rec, Şeybe b. Nisâh, Yezîd b. Rûmân ve Müslim b. Cündeb’in onun hocaları arasında ön plana çıktığı, bunların kıraat ilmini Übey b. Kâ‘b’ın talebesi Abdullah b. Ayyâş’tan aldığı görülmekte, buna göre kıraat ilminde faydalandığı hocaların sayısı çok olsa da onun kıraat senedinin ana kolunun adları zikredilen beş hoca vasıtasıyla Abdullah b. Ayyâş – Übey b. Kâ‘b – Hz. Peygamber şeklinde ifade edilebileceği anlaşılmaktadır.

Talebeleri

Nâfi‘ Mevlâ İbn Ömer’in de onun kıraat hocaları arasında farklı bir yeri olduğu görülmektedir. Kıraat ilminde Mâlik b. Enes, İsmâil b. Ca‘fer el-Ensârî, İbn Verdân, İbn Cemmâz, Kālûn ve Verş onun önde gelen talebeleri arasında yer alırken bunlardan İsmâil b. Ca‘fer ve Kālûn ile Asmaî, Ka‘nebî, İbn Vehb ve diğerleri kendisinden hadis rivayet etmiştir. Kālûn ile Verş, onun kıraatinin meşhur iki râvisi olup rivayetleri hemen bütün kıraat kitaplarında ortaklaşa yer almış ve Nâfi‘ kıraati bu iki zatın okuyuşuyla yaygınlık kazanarak günümüze ulaşmıştır.

Kıraat alanında hüccet kabul edilen Nâfi‘, hocaları Ebû Ca‘fer el-Kārî ve Şeybe b. Nisâh gibi tâbiîler hayatta iken Medine Mescidi’nde Kur’an okumaya ve okutmaya başlamış, yetmiş yılı aşkın bir süre bu ilmi tedris ile meşgul olmuştur. İbn Mücâhid’in Kitâbü’s-Sebʿa’sında kıraatinin kaideleri yazılı hale getirilirken Nâfi‘in ismine diğer altı imamdan önce yer verilmesinde, peygamber şehrinin bazı özelliklerinin ve onun bu şehrin kıraat üstadı olmasının göz önünde bulundurulması yanında engin birikim, tecrübe ve bu ilimdeki derinliğinin etkili olduğunda şüphe yoktur.

Medineliler’in Kıraati

İmam Mâlik’e göre Medineliler’in kıraati sünnettir ve bu kıraat Nâfi‘in kıraatidir. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel de babasına hangi kıraatten daha çok hoşlandığını sorduğunda ondan, “Medineliler’in kıraati, bu olmadığında Âsım b. Behdele’nin kıraati” cevabını almıştır. Mekkî b. Ebû Tâlib’e göre Nâfi‘in ve Âsım b. Behdele’nin kıraatleri en güvenilir, senet açısından en sahih ve dil bakımından en fasih kıraatlerdir (el-İbâne, s. 50).

Nâfi‘in kıraati önce Medine ve çevresinde benimsenip okunmuş, Enderâbî’nin belirttiğine göre en az onun dönemine kadar bu çevrede varlığını sürdürmüştür. Âsım b. Behdele’nin kıraati kadar olmamakla birlikte asırlar içinde çeşitli coğrafyalarda kabul görmüş, bugüne kadar bazı İslâm ülkelerinin tercih ettiği bir okuyuş olmuştur. Nitekim İbn Mücâhid bazı Mısırlılar’ın onun kıraatini benimsediklerini belirtmiş ve bu kıraat özellikle Kuzey Afrika ülkelerinde yaygınlık kazanmıştır. Makdisî’nin açıklamalarına göre IV. (X.) yüzyılda Mağrib bölgesinde sadece onun kıraati okunmaktaydı ve Mısır’da da durum hemen hemen aynıydı.

Kıraatinin Okunduğu Bölgeler

Bugün Mısır ve Tunus’un bazı bölgeleriyle Libya’da talebelerinden Kālûn’un, Cezayir ve Fas’ın tamamıyla Tunus ve Mısır’ın bazı bölgelerinde Verş’in rivayetinin okunduğu görülmekte, bu ülkelerde neşredilen mushaflarda noktalama ve harekeleme Kālûn ve Verş’in rivayetleri esas alınarak yapılmaktadır. Nâfi‘ doksan yaşlarında olduğu halde 169 (785) yılında Medine’de vefat etmiş, bu tarih 159 (776) olarak da zikredilmişse de bunun doğru olmadığı belirtilmiştir.

Eserleri

1. Tefsîru Nâfiʿ b. Ebî Nuʿaym el-MedenîTefsîru ʿAṭâ el-ḪorasânîTefsîru Müslim b. Ḫâlid ez-Zencî ve Tefsîru Yaḥyâ b. Yemân el-İclî ile birlikte Medine’de Mektebetü’d-dâr tarafından neşredilmiştir (Hikmet Beşîr Yâsîn, II, 68).

  1. Vaḳfü’t-tamâm.
  2. ʿAdedü’l-Medîniyyi’l-evvel.
  3. el-ʿAdedü’s̱-s̱ânî.
  4. Müteşâbihü’l-Ḳurʾân(son dört eser için bk. İbnü’n-Nedîm, s. 175, 178).

KALUN

Kalun, 120 (738) yılında doğdu. Yâkūt ve İbnü’l-Cezerî’ye göre dedesinin dedesi Abdullah, Hz. Ömer’in hilâfeti döneminde Rumlar’dan esir alınmış olup ensardan bir zat bedelini ödeyerek onu âzat etmiştir. Hocası Nâfi‘ b. Abdurrahman, okuyuşunu beğenerek kendisine Rumca’da “güzel, hoş” anlamına gelen “Kālûn” (kalon) diye hitap ettiği için bu lakapla meşhur olmuştur. Öte yandan Medenî nisbesinden ve hayatı hakkında verilen bilgilerden hareketle onun Medine’de doğup orada yaşadığı söylenebilir.

Kālûn kıraat ilmini, aynı zamanda üvey babası olduğu söylenen Nâfi‘ b. Abdurrahman’dan tahsil etti ve bu konuda uzmanlaşıncaya kadar Nâfi‘den yararlanmayı sürdürdü. Kendi ifadesine göre defalarca ondan Kur’an’ı hatmetmesi ve öğrendiklerini yazıya geçirmesi yanında tahsilini tamamladıktan sonra da yirmi yıl müddetle hocasının meclisinden ayrılmadı; kendisinden Ebû Ca‘fer el-Kārî’nin kıraatini de okudu. Ayrıca İbn Verdân’dan arz yoluyla kıraat öğrendi. Kālûn’dan oğulları Ahmed ve İbrâhim’le Ebü’l-Hasan Ahmed b. Yezîd el-Hulvânî, Ebû Neşît Muhammed b. Hârûn, Muhammed b. Sâlih el-Mısrî ve İbn Şenebûz’ün hocası Ebû Süleyman Sâlim b. Hârûn el-Leysî gibi şahsiyetler kıraat tahsil etti. Kendini Kur’an ve Arapça öğretmeye adayan Kālûn’un bu hizmeti uzun yıllar sürdürmesinde hocası Nâfi‘ b. Abdurrahman’ın bu husustaki uyarı ve tavsiyelerinin etkisi olmalıdır.

Nahiv İlmine Olan Vukufiyeti

İbn Mücâhid’in, Kitâbü’s-Sebʿa’sında Nâfi‘ b. Abdurrahman’ın kıraatini tesbit ederken dayandığı esaslardan birinin Kālûn’a ait rivayet olması ve kırâat-i seb‘a yahut kırâat-i aşere konusunda telif edilip kıraat imamlarından gelen rivayetleri iki ile sınırlayan eserlerde bu iki râviden biri olarak Kālûn’un tercih edilmesi onun bu ilimdeki güvenilirliğini göstermektedir. Ayrıca Kālûn’un nahiv ilmine vukufu da itibarının artmasına katkıda bulunmuştur. Kalun 220’de (835) Medine’de vefat etti.

Kālûn’un Nâfi‘ b. Abdurrahman kıraatiyle ilgili rivayeti konuya dair bütün kaynaklarda yer aldığı gibi onun kıraatini müstakil olarak veya diğer bazı râvilerin rivayetleriyle birlikte ele alan çalışmalar da vardır. Ayrıca Ali Muhammed ed-Dabbâ‘ el-Cevherü’l-meknûn fî rivâyeti Ḳālûn (Kahire 1355), Mahmûd Halîl el-Husarî Rivâyetü Ḳālûn ʿan Nâfiʿ (Kahire 1394/1974) adlarıyla birer çalışma yapmışlardır. Hüsnî Şeyh Osman da Hafs, Kālûn ve Verş’in rivayetlerini ele alan Ḥaḳḳu’t-tilâve adlı bir eser yazmıştır (Amman 1981).

VERŞ

Verş, aslen Kayrevanlı olup 110 (728) yılında Mısır’da dünyaya geldi. Çabuk hareket ettiği için hocası Nâfi‘in onu güvercine benzeyen bir kuşun adıyla “vereşân” diye çağırdığı ve zamanla bu kelimenin “verş” biçimine dönüştüğü belirtilmektedir. Bu ismi kendisine hocasının verdiğini söyleyerek bundan hoşlandığını ifade ederdi. Ayrıca yine hocasının, beyaz tenli olmasından dolayı kendisini verş (sütten yapılan bir yiyecek [peynir]) diye andığı da ileri sürülmüştür.

Verş 155 (772) yılında Nâfi‘b. Abdurrahman’dan kıraat öğrenmek amacıyla Medine’ye gitti. Kendi ifadesine göre mescide girdiğinde kalabalık yüzünden hocanın yanına varamadı. Bunun üzerine kendisini hoca ile görüştürecek bir zat buldu; Ca‘ferîler’in ileri gelenlerinden olan bu kişi sayesinde Nâfi‘in ilgisini çekmeyi başardı. Nâfi‘, uzak yerden sırf kıraat öğrenmek için Medine’ye gelen bu talebenin derslerine öncelik verdi. Hocası bizzat onunla ilgilendiği gibi diğer talebeler de kendi sürelerinin bir kısmını kullanmasına izin vererek öğrenimini tamamlamasına yardımcı oldular.

İlmi Hayatı

Zehebî bir yerde Verş’in Nâfi‘den dört hatim okuduğunu söylerken (Aʿlâmü’n-nübelâʾ, IX, 296) başka bir yerde pek çok hatim indirdiğini (Maʿrifetü’l-ḳurrâʾ, I, 323) belirtir. İbnü’l-Cezerî ise bizzat Verş’ten nakledilen bir rivayete dayanarak onun bir ayda dört hatmi tamamlayıp Nâfi‘in kıraatini iyice öğrendikten sonra Medine’den ayrıldığını kaydeder (Ġāyetü’n-Nihâye, I, 503).

Hayatının ilk dönemlerinde kellecilik yaptığı nakledilen ve bu sebeple “revvâs” diye anılan Verş muhtemelen Medine’den ayrıldıktan sonra bu işi bıraktı; Arapça ve özellikle nahiv konusunda kendini yetiştirdi. Uzun yıllar Kahire’de Nâfi‘in kıraatini tedrisle meşgul oldu. Daha sonra çalışmalarını Makraü Verş denilen özel bir yerde sürdürdü. Mısır’da reîsülkurrâlık mertebesine yükseldi. Ebû Ya‘kūb el-Ezrak, Ahmed b. Sâlih et-Taberî, Dâvûd b. Ebû Taybe Hârûn el-Mısrî, Yûnus b. Abdüla‘lâ es-Sadefî, Abdüssamed b. Abdurrahman, Süleyman b. Dâvûd el-Mehrî ve Muhammed b. Abdullah el-Kurtubî onun kıraat okuttuğu talebelerindendir.

Vefatı

Verş seksen yedi yaşında Kahire’de vefat etti ve Karâfetüssuğrâ Kabristanı’na defnedildi. İbnü’l-Cezerî, Mısır seyahatlerinin birinde arkadaşlarının kendisini kabristana götürdüğünü, burada Verş’in mezarını ziyaret ettiğini kaydeder. Sesinin güzelliği ve okuyuşunun tatlılığı sayesinde zevkle dinlenen Verş kıraat ilminde hüccet ve sika diye nitelendirilir. Hocasına yer yer muhalefet etmiş, ancak bunların makbul ve sahih okuyuşlar olduğu belirtilmiştir.

Kuzey Afrika Ve Endülüs

Nâfi‘in kıraati talebeleri vasıtasıyla Kuzey Afrika’ya ve Endülüs’e kadar ulaşmış, bu kıraatin Verş rivayeti Verş’in yetiştirdiği talebeler yoluyla Mısır’da ve daha sonra Kuzey Afrika ülkelerinde yaygınlık kazanmıştır. İbn Mücâhid’in, Kitâbü’s-Sebʿa’sında yedi imam için ikişer râvi belirlerken Nâfi‘ için bunlardan biri olarak Verş’i seçmesinin bu yayılışta rolü olmalıdır. Nitekim kırâat-i seb‘a yahut kırâat-i aşere konusunda daha sonra telif edilen ve kıraat imamlarından gelen rivayetler iki ile sınırlandırılan eserlerde bu iki râviden biri olarak hep Verş’in tercih edilmesi, onun bu ilimdeki güvenilirliğini göstermesi yanında rivayetinin yaygınlık kazanmasını da sağlamıştır.

Günümüzde yedi imamdan Âsım b. Behdele’nin Hafs rivayetinden sonra en çok okunan kıraatin Nâfi‘ kıraatinin Verş rivayeti olduğunda şüphe yoktur. Bu kıraat zamanımızda Kuzey Afrika ülkelerinde özellikle Tunus, Cezayir, Fas’ta, kısmen de Suudi Arabistan’da okunduğu gibi Âsım’ın Hafs rivayetinin tercih edildiği geniş İslâm coğrafyasında Kur’an’ın farklı bir kıraatle okunuşu sırasında çoğunlukla Verş’in rivayetine öncelik verilir. Nâfi‘in Verş rivayeti üzerine pek çok çalışma yapılmış, bunlardan bazılarında onun diğer talebesi Kālûn’un rivayetiyle Verş’in rivayeti birlikte ele alınmıştır. Bu konudaki eserler için bk. el-Fihrisü’ş-şâmil; bibl.; DİA, III, 227; XXIV, 268).

İBN KESİR

İbn kesir 45 (665) veya 48 (668) yılında Mekke’de doğdu. Künyesi Ebû Bekir, Ebû Abbâd ve Ebû Muhammed olarak kaydedilmişse de doğrusu Ebû Ma‘bed’dir. Sahâbî neslinden Abdullah b. Zübeyr, Ebû Eyyûb el-Ensârî, Enes b. Mâlik’le görüşen ve bir müddet Irak’ta ikamet edip Mekke’ye dönen İbn Kesîr, Kur’an derslerini Mücâhid b. Cebr’den ve Abdullah b. Abbas’ın mevlâsı Dirbâs’tan aldı.  Ma‘rûf b. Müşkân, Şibl b. Abbâd, İsmâil b. Abdullah el-Kıst, Halîl b. Ahmed Kur’an ve kıraat talebeleri arasında yer alırken Ebû Amr b. Alâ ondan bir hatim indirmiş, Hammâd b. Zeyd’in de ondan bazı kıraat vecihleri naklettiği belirtilmektedir. İbn Kesîr 120 (738) yılında Mekke’de vefat etti.

Cerîr b. Hâzim, İbn Kesîr’in düzgün bir tilâveti olduğunu, Süfyân b. Uyeyne, Mekke’de Humeyd b. Kays ve İbn Kesîr’den daha güzel Kur’an okuyan bir kimse bulunmadığını söylemiştir. Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm da Mekke’de İbn Kesîr, Humeyd b. Kays ve İbn Muhaysın’ın kıraat konusundaki önemine işaret ettikten sonra İbn Kesîr’in önde olduğunu belirterek Mekkeliler’in kıraatinin onda birleştiğini ifade etmiştir. İbn Mücâhid, İbn Kesîr’i Kitâbü’s-Sebʿa’sındaki yedili sistemine alırken kendi dönemine kadar Mekkeliler arasında onun kıraati üzerinde icmâ hâsıl olduğuna dair tesbitini (Kitâbü’s-Sebʿa, s. 65-66) göz önünde bulundurmuş olmalıdır.

Mekkelilerin Kıraati

Enderâbî’ye göre de İbn Kesîr hem Mekke’nin kāriidir, hem Mescid-i Harâm’ın mukrîidir; Mekkeliler onun kıraatinde birleşmiş, Enderâbî’ye kadar bu tercihlerini korumuşlardır (Ḳırâʾâtü’l-ḳurrâʾi’l-maʿrûfîn, s. 65). Zehebî’nin belirttiğine göre İbn Kesîr aynı zamanda bir vâizdi; talebelerine ders okutacağı zaman onlara önce vaaz ediyor, Kur’an tilâvetine mânen hazır halde başlamaları için bu yolu seçtiğini söylüyordu. Yedi, sekiz, on kıraatle ilgili hemen bütün eserlerde İbn Kesîr’in kıraatine yer verilmiş, ayrıca bu kıraati inceleyen müstakil kitaplar da yazılmıştır.

BEZZİ

Bezzi, aslen Fârisli (veya Hemedanlı) olup 170’te (786) Mekke’de doğdu. Dedelerinden Ebû Bezze’ye nisbetle Bezzî diye şöhret buldu. Kıraat ilmini babasından ve Abdullah b. Ziyâd, İkrime b. Süleyman, Vehb b. Vâzıh gibi devrinin tanınmış kıraat âlimlerinden öğrendi. İbn Kesîr kıraatini İkrime-Şibl b. Abbâd ve İsmâil b. Abdullah el-Kıst-İbn Kesîr isnadıyla aldı. Tanınmış kıraat âlimlerinden İshak b. Muhammed el-Huzâî, Hasan b. Hubâb, Ahmed b. Ferah, Ebû Abdurrahman Abdullah b. Ali, Ebû Rebîa b. İshak, Muhammed b. Hârûn, İbn Kesîr kıraatinin diğer râvisi Kunbül ve daha başkaları bu ilmi kendisinden tahsil ettiler. Bezzî Mekke’de vefat etti.

Sure Sonları Tekbiri

Duhâ sûresi ve daha sonraki sûrelerin sonunda tekbir getirilmesi âdeti Bezzî ile başlamıştır. Bezzî böyle bir uygulamanın mevcut olduğunu müselsel bir senedle Hz. Peygamber’e dayandırmış ve Hâkim bu rivayeti el-Müstedrek’ine almışsa da (III, 304) hadisi sadece onun nakletmiş olması, ayrıca hadis rivayetinde kendisine güvenilmemesi sebebiyle bu rivayeti kabul görmemiştir. Ancak bu uygulama kurrâ arasında bir sünnetin yerine getirilmesi anlayışıyla yaygınlaşmış ve günümüze kadar devam etmiştir.

Mescid-i Harâm’da kırk yıl müezzinlik yapan Bezzî’nin, kıraat ilmini bizzat İbn Kesîr’den öğrenmediği halde, gerek İbn Mücâhid’in  Kitâbü’s-Sebʿa’sından sonra aynı asırda telif edilen kıraat kitaplarında, gerekse daha sonra kırâat-i seb‘a imamlarının râvi sayısını iki ile sınırlayarak yazılan kaynaklarda İbn Kesîr kıraatinin iki râvisinden biri olarak tercih edilmesinin sebebi, herhalde genel olarak bu ilimdeki otoritesiyle İbn Kesîr kıraatini icra etmedeki üstün başarısı ve buna bağlı olarak -Ebû Amr ed-Dânî’nin de belirttiği gibi (et-Teysîr, s. 3)- rivayetinin güvenle ve yaygın bir şekilde okunması olsa gerektir.

KUNBÜL

Kunbul, 195 (811) yılında muhtemelen Mekke’de doğdu. Mahzûmoğulları’nın mevlâsıdır. Kunbül lakabıyla meşhur olması, “kunbîl” denen ve tedavi maksadıyla sığır cinsine içirilen bir ilâcı gözleri için kullanması sebebiyledir. Mekke’de yaşayan ve Kunâbile diye anılan bir kavme mensubiyetinden dolayı bu lakapla anıldığı da ileri sürülmüştür.  Ebü’l-Hasan Ahmed b. Muhammed b. Avn en-Nebbâl el-Kavvâs’tan arz yoluyla kıraat öğrendi. İbn Kesîr’in diğer meşhur râvisi Bezzî’den de istifade etti. Mekkeli pek çok talebe kıraat ilminde Kunbül’den faydalandığı gibi uzak yerlerden gelerek onun derslerine katılanlar da olmuştur.

Kitâbü’s-Sebʿa’nın müellifi İbn Mücâhid 278’de (891) Bağdat’tan gelip ondan bir müddet okumuş, yine Bağdat kurrâsından İbn Şenebûz iki yıl müddetle Mekke’de mücâvir olarak kalmış ve Kunbül’den kıraat dersleri almıştır. Muhammed b. İshak el-Cessâs, Muhammed b. Mûsâ ez-Zeynebî, Abdullah b. Ömer b. Şenebûz el-Vâsıtî, Muhammed b. Abdülazîz b. Sabbâh da bu ilimde ondan istifade edenlerden bazılarıdır. Kunbül ölümünden yedi veya on yıl önce kıraat okutmayı bıraktı. İbnü’l-Münâdî, hayatının son yıllarında onun zihnî melekelerinin bozulduğunu söylediğine göre (Zehebî, Maʿrifetü’l-ḳurrâʾ, I, 453) bu dönemde derslerini kesmesinin buna bağlı olduğu anlaşılmaktadır.

Görevleri

Hayatının ortalarında ancak ilim ve fazilet sahibi kimselerin tayin edildiği Mekke şurta âmirliği görevinde de bulunan Kunbül için Zehebî “şeyhu’l-mukriîn, mukriü ehli Mekke” ifadelerini kullanmıştır. Yâkūt’a göre de İbn Kesîr’in kıraati onun yoluyla yayılma şansı bulmuştur. Kıraat ilmini bizzat İbn Kesîr’den tahsil etmediği halde imamların râvilerini iki ile sınırlayarak telif edilen kırâat-i seb‘aya dair eserlerde (meselâ bk. Mekkî b. Ebû Tâlib, s. 175-194) İbn Kesîr kıraatinin iki râvisinden biri olarak Kunbül’ün tercih edilmesi herhalde onun bu ilimdeki otoritesi, bu kıraati icradaki başarısı, bunun tabii sonucu olarak rivayetinin güvenle ve yaygın bir şekilde okunmasıyla doğrudan ilgilidir.

Kunbül’ün kıraat rivayetini İbn Kesîr’e ulaştıran sened şöyledir: Kunbül – Ahmed b. Muhammed b. Avn en-Nebbâl – Ebü’l-İhrît Vehb b. Vâdıh – İsmâil b. Abdullah el-Kıst – Şibl b. Abbâd ve Ma‘rûf b. Müşkân – İbn Kesîr. Muhammed b. Abdurrahman b. Îsâ er-Radî es-Sûsî, Risâle fî iḫtilâfi rivâyetey el-Bezzî ve Ḳunbül fî ḳırâʾati İbn Kes̱îr adıyla bir eser kaleme almıştır (yazma nüshası için bk. el-Fihrisü’ş-şâmil: ʿUlûmü’l-Ḳurʾân, maḫṭûṭâtü’l-ḳırâʾât, II, 535)

EBU AMR

Ebu Amr 70 (689) yılında Mekke’de doğdu. Doğum yerini Basra ve Kâzerûn olarak zikredenler olmuştur. Ebû Amr’ın çocukluk ve yetişme dönemiyle ilgili bilgiler yetersizdir. Henüz küçük bir çocukken kıraat dersi almaya başlamış olmasının (İbn Mücâhid, s. 83) ötesinde bilinen bir şey yoktur. Mekke’de doğup Basra’da yetiştiği ileri sürüldüğü gibi aksi de söylenmiş, ilk tahsil yıllarını Hicaz’da geçirdiği zikredilmiştir. İbn Mücâhid, kıraat ilmini Hicaz kurrâsından öğrendiğini ve bu ilimde onların metodunu benimsediğini söylemektedir.

Vefatı

Kendisinin anlattığına göre yirmi yaşının üstünde bir genç iken Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî’nin adamlarına yakalanmamak için Irak’tan kaçan babasıyla birlikte Yemen’e gitmiş, Yemen çöllerinde Haccâc’ın öldüğünü öğrenmeleri üzerine Basra’ya dönmüşlerdir. İbn Hallikân’ın verdiği bu bilginin doğruluğu kabul edildiği takdirde çocukluğunu Mekke’de geçirdiği, tahsilini buradaki ve Medine’deki âlimlerden belli bir seviyeye getirdikten sonra Basra’ya yerleştiği söylenebilir. Ebû Amr 154 (771) yılında Kûfe’de vefat etti.

Ebû Amr Mekke’de Mücâhid b. Cebr, Saîd b. Cübeyr, Atâ b. Ebû Rebâh, İkrime b. Hâlid, kurrâ-i seb‘adan Ebû Ma‘bed İbn Kesîr; Medine’de Yezîd b. Rûmân, Şeybe b. Nisâh ve kurrâ-i aşereden Ebû Ca‘fer el-Kārî; Kûfe’de kurrâ-i seb‘adan Âsım b. Behdele; Basra’da Yahyâ b. Ya‘mer, Nasr b. Âsım ve Hasan-ı Basrî gibi tanınmış âlimlerden kıraat okudu.. Mücâhid b. Cebr ile Saîd b. Cübeyr’in onun kıraat hocaları arasında önemli bir yer tuttukları anlaşılmaktadır. Mücâhid ve Saîd b. Cübeyr başta olmak üzere kıraat hocalarının çoğu bu ilmi Abdullah b. Abbas’tan öğrendiğine göre Ebû Amr’ın kıraat ilmindeki esas senedini Ebû Amr b. Alâ – Mücâhid ve Saîd b. Cübeyr – Abdullah b. Abbas – Übey b. Kâ‘b – Hz. Peygamber olarak tesbit etmek mümkündür.

Talebeleri

Kendisinden Yahyâ b. Mübârek el-Yezîdî, Abdülvehhâb b. Atâ el-Haffâf, Abdülvâris b. Saîd el-Anberî, İshak b. Yûsuf el-Ezrak, Hârûn b. Mûsâ el-A‘ver, Şücâ‘ b. Ebû Nasr, Hüseyin b. Ali el-Cu‘fî, Ali b. Nasr el-Cehdamî arz ve semâ yoluyla kıraat öğrenirken Şebâbe b. Sivâr, Ebû Ubeyde et-Teymî, Asmaî ve Hammâd b. Zeyd gibi âlimler hadis rivayet ettiler ve Arap edebiyatı sahasında faydalandılar. Halîl b. Ahmed ondan nahiv öğrendi.

Sîbeveyhi, Îsâ b. Ömer el-Hemedânî ve kurrâ-i seb‘adan Hamza b. Habîb ez-Zeyyât da Ebû Amr’ın talebeleri arasında yer alarak kendisinden bazı kıraat vecihleri rivayet ettiler. Ebû Amr’ın kıraatini beğenen hocası Saîd b. Cübeyr bu okuyuşunu korumasını ondan istemiş, Ahmed b. Hanbel de kendisine sorulan bir soru üzerine Ebû Amr’ın kıraatini tavsiye ettiğini söylemiştir. Bugün de Ebû Amr’ın kıraati bazı İslâm ülkelerinde bu işin uzmanlarının gayretiyle veya bazı öğretim kurumlarının programları içinde diğer meşhur kıraatlerle birlikte okutulmaktaysa da Sudan, Nijerya ve bazı Orta Afrika ülkeleri istisna edilecek olursa yaygın bir tilâvet metodu olarak İslâm dünyasında varlığını koruyamamıştır.

Osmanlılar’ın Hakimiyeti

IX. (XV.) yüzyıla kadar geniş bir coğrafî alanda okunmakta olan bu kıraatin asırlar içinde yerini daha çok Âsım b. Behdele’nin Hafs rivayetine terketmesinin çeşitli sebepleri olmalıdır. Meselâ Mısır’da daha çok bu kıraatin Dûrî rivayeti okunmakta iken Osmanlılar’ın bu ülkeye hâkimiyetinden sonra Âsım’ın Hafs rivayetinin yaygınlaşarak onun yerini aldığı bilinmektedir. Bizzat kendi değerlendirmelerinden anlaşıldığına göre Ebû Amr’ın açık sözlülüğü devlet adamlarına yakın olmasını engellemiştir. Bir gün Halife Seffâh’ın amcası Süleyman b. Ali kendisine bir soru sormuş, ancak verdiği cevap onun hoşuna gitmemişti. Ebû Amr bu olay üzerine yazdığı beyitlerde melikler önünde eğilmeye tenezzül etmediğini, onların doğru konuşarak değil yalan söyleyerek memnun edilebileceğini ifade etmiştir.

Bilinen Eserleri Şunlardır:

  1. Kitâbü Mersûmi’l-Muṣḥaf. Kur’ân-ı Kerîm’in resm-i hattı ile ilgilidir. Ebû Amr ed-Dânî tarafından Rüsûmü’l-Muṣḥafi’l-Kerîmadıyla ihtisar edilmiş olup bu muhtasarın yazma bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Ayasofya, nr. 4814, 14 varak).
  2. Şerḥu Dîvâni’l-Ḫırnıḳ. Hırnık bint Bedr’e (ö. 50/670 [?]) ait divanın şerhidir (Brockelmann, GAL [Ar.], I, 165-166; Suppl., I, 70).
  3. Kitâbü’l-İdġāmi’l-kebîr(eserin yazma nüshaları için bk. el-Fihrisü’ş-şâmil: ʿUlûmü’l-Ḳurʾân, maḫṭûṭâtü’t-tecvîd, I, 5-7).
  4. el-Vaḳf ve’l-ibtidâʾ. Bir nüshası Zâhiriyye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Mecmua, nr. 18 L, 128; bk. Ali Şevâh İshak, I, 280).
  5. Taḳyîdü’l-ems̱ile. Yazma bir nüshası Rabat Umumi Kütüphanesi’ndedir (nr. 1321-d, vr. 208a-223b).

DURİ

Duri 150 (767) yılından sonra Bağdat’ın doğusunda bir mahalle olan Dûr’da doğdu. Daha sonra Sâmerrâ’ya göç etti ve orada yaşadı. Kaynaklarda kıraat ilmini öğrenmek üzere muhitinin dışına çıktığından söz edildiğine ve faydalandığı hocalar daha çok Kûfe, Basra ve Bağdat kurrâsı olduğuna göre özellikle bu yerlere seyahatler yapmış olmalıdır. Medine’nin meşhur kıraat imamı Nâfi‘ b. Abdurrahman’dan bahsederken, “Nâfi‘in zamanına yetiştim; 10 dirhem param olsaydı mutlaka ona gider, kıraatini bizzat kendisinden öğrenirdim” demiştir (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XI, 543). Dûrî kıraat ilmini en eski kaynaklarından öğrenebilmek için hiçbir fedakârlıktan çekinmemiş, ulaşabildiği kadar devrinin tanınmış kurrâsından yedi kıraatin tamamını tahsil etmiş, şâz kıraatleri de öğrenmeyi ihmal etmemiştir (Yâkūt, X, 217).

Hocaları

Dûrî meşhur kırâat-i seb‘a imamlarından Kisâî’nin kıraatini bizzat kendisinden, Ebû Amr b. Alâ’nınkini bu kıraatin Ebû Amr’dan sonra ilk kaynaklarından olan Yahyâ el-Yezîdî’den, Hamza ez-Zeyyât’ın kıraatini yine ilk kaynaklardan sayılan Süleym b. Îsâ’dan, Nâfi‘inkini İsmâil b. Ca‘fer el-Medenî’den aldı. Âsım’ın râvisi Ebû Bekir Şu‘be b. Ayyâş’tan da faydalandı. Ayrıca aslen Belhli olup Bağdat’a yerleştiği anlaşılan Şücâ‘ b. Nasr el-Horasânî de bu ilimdeki hocalarındandır. Yâkūt el-Hamevî, Dûrî’nin kıraat hocaları arasında Ebû Amr b. Alâ’yı zikretmekteyse de Dûrî Ebû Amr’ın vefat ettiği 154 (771) yılı dolaylarında doğduğuna göre onun kıraatini bizzat kendisinden almış olması mümkün değildir. Nitekim Dûrî, Ebû Amr’ın kıraatini talebesi Yahyâ el-Yezîdî’den almıştır.

Dûrî’nin, gerek İbn Mücâhid’in (ö. 324/936) Kitâbü’s-Sebʿa’sında Kisâî kıraatinin râvileri arasında yer almasının, gerekse daha sonra telif edilen ve kırâat-i seb‘a imamlarının râvilerini iki ile sınırlayan kıraat kitaplarında (meselâ bk. Mekkî b. Ebû Tâlib, s. 175-194; Dânî, s. 3) hem hocası Kisâî’nin hem de kendisinden bizzat kıraat öğrenmemiş olmasına rağmen Ebû Amr b. Alâ’nın iki râvisinden biri olarak tercih edilmesinin sebebi, hiç şüphesiz onun genel anlamda bu ilimdeki üstünlüğü yanında, Ebû Amr ed-Dânî’nin de belirttiği gibi (et-Teysîr, s. 3), her iki imamın kıraatiyle ilgili rivayetine güvenilmesi ve buna bağlı olarak Ebû Amr ve Kisâî kıraatlerinin bu rivayetle yaygın bir şekilde okunmasıdır.

Üstad

Dûrî, kıraatteki senedinin yedi imama doğrudan veya en kısa yoldan ulaşması sebebiyle, kendi çevresi dışındaki kıraat âlimleri tarafından da başvurulan bir kaynak haline gelmiş, etrafında kıraat mütehassıslarının toplandığı bir üstat olarak şöhret yapmıştır. Ebü’l-Hasan Ahmed b. Yezîd el-Hulvânî, Ebü’z-Za‘râ Abdurrahman b. Abdûs, Ahmed b. Ferah, Hasan b. Beşşâr, Ömer b. Muhammed el-Kâğıdî, Kāsım b. Zekeriyyâ el-Mutarriz ve daha pek çok kişi kendisinden faydalanmıştır.

Dûrî bir asra yaklaşan ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybetti ve kaynakların çoğuna göre Şevval 246’da (Aralık 860) vefat etti. Dûrî’nin günümüze ulaştığı bilinen tek eseri Ḳırâʾâtü’n-nebî’dir. Kur’an’daki bazı kelimeleri bizzat Hz. Peygamber’in nasıl okuduğunu bildiren rivayetleri toplayan risâle sûre sırasına göre tertip edilmiştir. Eserde bir veya birkaç örnekle de olsa 114 sûrenin kırk dokuzuna yer verilmiştir. Bilinen iki yazma nüshasından biri Şam’da (Zâhiriyye Ktp., nr. 348, vr. 129a-148b), sondan birkaç varak eksik olan diğeri ise İstanbul’da (Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 506/9, vr. 126a-139b) bulunmaktadır.

SUSİ

Sûsî, 170’li (786) yıllarda muhtemelen, bugünkü İran’ın Ahvaz şehrine bağlı bir belde olan Sûs’ta doğdu ve buraya nisbetle Sûsî diye meşhur oldu. Ayrıca Rüstübî ve Rakkī nisbeleriyle de zikredilmiştir. Rakka şeyhi olarak tanınması ve önde gelen talebelerinin Rakkī nisbesiyle anılması dikkate alındığında hayatının önemli bir bölümünü Fırat kenarındaki bu şehirde geçirdiğini söylemek mümkündür. Ancak kendisinin ve talebelerinin nisbet edildiği Rakka’nın İbnü’l-Esîr’in harap olduğunu zikrettiği Rakka olması da mümkündür. Meşhur yedi kıraat imamından Ebû Amr b. Alâ’nın önde gelen talebesi Yahyâ b. Mübârek el-Yezîdî’den Kur’an dersleri aldı ve Ebû Amr b. Alâ’nın kıraati konusunda uzmanlaştı. Sûsî, Muharrem 261’de (Ekim 874) Rakka’da vefat etti. Onun ölümünden sonra Rakka’da kıraat ilmi konusunda riyâset görevi önde gelen talebesi Ebû İmrân Mûsâ b. Cerîr er-Rakkī’ye intikal etti.

İbn Mücâhid, Kitâbü’s-Sebʿa’sında Ebû Amr b. Alâ’nın kıraatini tesbit ederken Sûsî’nin adının yer aldığı bir isnad zincirine de itibar etmiş, daha sonra kıraat imamlarının râvilerini iki ile sınırlayarak yazılan kırâat-i seb‘a ve aşere kaynaklarında -kıraat ilmini bizzat Ebû Amr’dan almamış olmasına rağmen- ortaklaşa olarak onun adı ve rivayeti tercih edilmiştir. Bu seçim yapılırken hiç şüphesiz zabt ve araştırma yönünün üstünlüğü ve bu kıraat konusundaki uzmanlığı dikkate alınmıştır. Ebû Amr ed-Dânî, Risâle fî ḳırâʾati Ebî Şuʿayb Ṣâliḥ es-Sûsî adıyla bir eser kaleme almıştır.

İBN ÂMİR

İbn Amir, bugünkü Ürdün toprakları içinde yer alan Belkā’da Ruhâb köyünde dünyaya geldi. Doğum tarihiyle ilgili olarak kaynaklarda değişik bilgilere yer verilmiştir. İbnü’l-Cezerî ise 8 (630) yılını tercih eder. İbn Âmir’in soyu, Yemen’de Himyer’in kolu olan Yahsub (Yahsıb) kabilesine dayandığı için Yahsubî nisbesiyle de anılmış, künyesi hakkında dokuz farklı görüş kaydedilmekle birlikte doğrusunun Ebû İmrân olduğu belirtilmiştir.

İbn Âmir dokuz yaşında iken Dımaşk’a gitti ve muhtemelen hayatının sonuna kadar burada yaşadı. Soyunun belli olmadığı ileri sürülerek aşağılayıcı bazı söz ve davranışlara mâruz kalmış ve mevâlîden olduğu iddia edilmişse de kurrâ-i seb‘a içinde Ebû Amr b. Alâ gibi onun da Arap soyundan geldiği ve nesebinin bilindiği kaydedilmiştir. Kur’an ve kıraat ilminde İbn Âmir’in asıl hocası, Kur’an’ı Hz. Osman’dan öğrenen ve Zehebî’nin tahminine göre Muâviye’nin hilâfeti yıllarında Dımaşk’ta Kur’an dersleri veren Mugīre b. Ebû Şihâb el-Mahzûmî’dir.

Görevleri

Velîd b. Abdülmelik tarafından Dımaşk kadılığına tayin edilen İbn Âmir’in ayrıca bütün Dımaşk bölgesini ve sahillerini içine alacak şekilde ordu kadılığı yaptığı da kaydedilmiş, kadılık görevinin mânevî sorumluluğunu dikkate alarak günahlarına kefâret olsun diye otuz köle âzat ettiği belirtilmiştir. Velîd kendisini, inşasına 87 (706) yılında başlanan (Süyûtî, s. 244) Dımaşk Emeviyye Camii’nin yapım çalışmalarına nezaret etmekle de görevlendirmiş, bu görevi işin bitimine kadar sürdüğü gibi caminin yönetiminin birinci derecede sorumluluğu da onun uhdesine verilmiş, bu yöneticiliği sırasında kurallara ve cami âdâbına uymayanları cezalandırdığı görülmüştür. İbn Âmir 10 Muharrem 118’de (29 Ocak 736) Dımaşk’ta vefat etti.

Şam ve Yukarı Mezopotamya Bölgeleri

İbn Âmir’in kıraati ilk asırlarda Şam ve Yukarı Mezopotamya bölgelerinde yayılmış, İbnü’l-Cezerî’ye göre Şam bölgesinde V. (XI.) yüzyılın sonuna kadar namazda ve tilâvette hep bu kıraat tercih edilmiştir. Ancak bu tarihlerde Irak’tan gelen bir âlimin Emeviyye Camii’nde Ebû Amr b. Alâ’nın kıraatini okutması üzerine halk buna yönelmiş ve bu kıraat bölgede yayılmıştır (Ġāyetü’n-Nihâye, I, 292, 424). Makdisî, Şam bölgesinde Ebû Amr b. Alâ’nın kıraatinin daha çok okunduğunu, ancak Dımaşk’ta İbn Âmir’in kıraatinin tercih edildiğini, Emeviyye Camii’nde imamın mutlaka onun kıraatiyle namaz kıldırdığını söylemiş, Mısır’da ise yedi kıraatin hepsinin kullanıldığını, en az okunanın da İbn Âmir’in kıraati olduğunu belirtmiştir.

İbnü’n-Nedîm, İbn Âmir’in İḫtilâfü meṣâḥifi’ş-Şâm ve’l-Ḥicâz ve’l-ʿIrâḳ ve Kitâb fî maḳṭûʿi’l-Ḳurʾâni ve mevṣûlih adlı iki eserinden söz etmektedir. İbn Âmir’in kıraati yedi, sekiz, on … kıraate dair hemen bütün eserlerde yer aldığı gibi müstakil çalışmalara da konu olmuştur.

HİŞAM

Hişam 153 (770) yılında muhtemelen Dımaşk’ta doğdu. Hişâm’ın hayatı ve öğrenimi hakkında fazla bilgi yoktur. Erginlik çağından itibaren ilme yönelen Hişâm’a babası büyük destek vermiş, evini satıp onu hacca göndererek İmam Mâlik ve başka âlimlerle görüşmesini sağlamıştır. Kıraati, İbn Âmir’in meşhur talebesi Yahyâ b. Hâris ez-Zimârî’nin yetiştirdiği Irâk b. Hâlid ve Eyyûb b. Temîm’den öğrenen Hişam, Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Ebü’l-Hasan el-Hulvânî, Ahfeş ed-Dımaşkī ve Ebû Ali İsmâil b. Huveyris’e kıraat öğretmiştir.

Bazı kaynaklarda “Dımaşk’ın hatibi, mukrîi, muhaddisi, fakihi” gibi ifadelerle tanıtılan Hişâm b. Ammâr uzun yıllar Dımaşk (Ümeyye) Camii’nde hatiplik yapmıştır. Fakat onun asıl şöhreti kıraat ve hadis alanında olmuştur. Dımaşk’ın kıraat üstadı olan hocası Eyyûb b. Temîm vefat edince kıraat konusunda imâmet, İbn Âmir kıraatinin diğer râvisi İbn Zekvân’la kendisine intikal etmiş, İbn Zekvân daha çok kıraat ve zapt yönüyle tanınırken Hişâm fesahat, rivayet ve ilimdeki üstünlüğü ile meşhur olmuştur.

İbn Zekvân’ın ölümünden sonra ise İbn Âmir’in kıraati için herkes Hişâm’ın çevresinde toplanmıştır. Bu alandaki otoritesi sebebiyledir ki İbn Mücâhid’in (ö. 324/936) Kitâbü’s-Sebʿa’sından sonra yedi kıraat konusunda telif edilen ve imamların râvilerini iki kişiyle sınırlayan eserlerin hemen hepsinde İbn Âmir’in kıraati için tercih edilen iki râviden biri Hişâm b. Ammâr olmuştur. Hişâm 30 Muharrem 245 (7 Mayıs 859) tarihinde Dımaşk’ta vefat etti. Onun 244 (858) veya 246 yılının Safer ayında (Mayıs 860) öldüğü de kaydedilir.

Eserleri

Hişâm b. Ammâr’ın kaynaklarda zikredilen eserleri şunlardır:

  1. el-Mebʿas̱. Sehâvî bu kitabı siyere dair eserler arasında zikretmiş, Rûdânî de (ö. 1094/1683) eserin kendisine kadar ulaşan rivayet senedini vermiştir.
  2. Feżâʾilü’l-Ḳurʾân. Eseri Dâvûdî zikretmektedir.
  3. el-Fevâʾid. Fuat Sezgin, İbn Hacer’in bu eserden iktibasta bulunduğuna işaret eder (GAS, I, 112).

İBNİ ZEKVAN

İbn Zekvan, 10 Muharrem 173’te (9 Haziran 789) muhtemelen Dımaşk’ta doğdu. İbn Âmir kıraatinin Yahyâ b. Hâris ez-Zimârî rivayetini Yahyâ’nın talebesi Eyyûb b. Temîm’den okudu ve ölümünden sonra Dımaşk’ta hocasının yerine kıraat şeyhi oldu. Muhammed b. Mûsâ es-Sûrî, Ahfeş ed-Dımaşkī, Ahmed b. Yûsuf et-Tağlebî ve Muhammed b. Kāsım el-İskenderânî kıraat ilminde İbn Zekvân’dan istifade edip onun İbn Âmir’den gelen okuyuşunu rivayet ettiler.

Dımaşk’ın Derbülhâşimiyyîn tarafında ikamet eden İbn Zekvân, Hişâm b. Ammâr ile birlikte İbn Âmir kıraatinin en yetkili kaynağı olmuş, Hişâm Emeviyye Camii’nde hitabet görevini yürütürken o da aynı camide imamlık yapmıştır. İbn Zekvân 7 Şevval 242’de (6 Şubat 857) Dımaşk’ta vefat etti. Velîd b. Utbe, Irak bölgesinde İbn Zekvân’dan daha güzel Kur’an okuyan bir kişinin bulunmadığını söylerken Ebû Zür‘a ed-Dımaşkī, “Bana göre Irak, Hicaz, Şam, Mısır ve Horasan’da kıraat konusunda ondan daha üstünü yoktu” der. Bundan dolayı İbn Mücâhid’in (ö. 324/936) Kitâbü’s-Sebʿa’sından sonra yedi kıraat konusunda yazılan ve imamların râvilerini iki ile sınırlayan eserlerin hemen hepsinde İbn Âmir’in kıraati için tercih edilen iki râviden biri İbn Zekvân olmuştur.

Zehebî de onun kıraat ilmindeki yerini ortaya koyarken kendisini, İbn Âmir kıraatinin diğer râvisi Hişâm b. Ammâr ile karşılaştırarak kıraat konusunda İbn Zekvân’ın Hişâm’dan çok ileride, ilimde ise Hişâm’ın ondan çok daha ihatalı olduğunu söylemiştir. İbn Zekvân’ın Aḳsâmü’l-Ḳurʾân ve cevâbühâ ve Mâ yecibü ʿalâ ḳāriʾi’l-Ḳurʾân ʿinde ḥareketi lisânih adlı eserleri kaynaklarda zikredilmektedir. Dâʾiretü’l-maʿârif-i Büzürg-i İslâmî’de bu iki eser Kitâbü Aḳsâmi’l-Ḳurʾân ve cevâbühâ ve mâ yecibü ʿalâ ḳāriʾi’l-Ḳurʾân ʿinde ḥareketi lisânih adıyla tek kitap olarak gösterilmiş.

ÂSIM

Âsım, Muâviye döneminde (661-680) Kûfe’de doğdu ve hayatını burada geçirdi. Esed b. Huzeyme kabilesinin kollarından olan Cezîme (Cüzeyme) oğullarının mevlâ olduğu için el-Kûfî nisbesiyle birlikte el-Esedî diye de anılır. Babasının adının Behdele değil Abd (veya Abdullah), Behdele’nin ise annesinin adı olduğu ileri sürülmüşse de Zehebî bunun doğru olmadığını söyler. Âmâ olan Âsım’ın gözlerini ne zaman kaybettiği bilinmemektedir. Gençlik yıllarında muhtemelen buğday ticareti veya ölülere ilâç ve güzel koku sürme işiyle meşgul olduğu için “hannât” olarak tanındığına göre anadan doğma kör olmadığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’le görüştükleri bilinen Hâris b. Hassân el-Bekrî ile Ebû Rimse Rifâa b. Yesribî’ye küçük yaşta iken yetişmiş ve bundan dolayı tâbiîlerden sayılmıştır.

Hocaları

Âsım kıraat ilmi sahasında temayüz etti; çok güzel sesi ve tilâvetiyle dikkati çekti. Hz. Osman’ın Kûfe’ye gönderdiği resmî mushafa göre Kur’an öğretmekle görevlendirilen Ebû Abdurrahman es-Sülemî’den Ali b. Ebû Tâlib’in kıraatini aldı. Zir b. Hubeyş el-Esedî’den de İbn Mes‘ûd’un kıraatini öğrendi. Yine bu iki hocasından ve Ebû Vâil, Mus‘ab b. Sa‘d b. Ebû Vakkās gibi tâbiî neslinin ileri gelenlerinden hadis rivayet etti. Kendisinden de hocaları arasında yer alan Atâ b. Ebû Rebâh ve Ebû Sâlih es-Semmân başta olmak üzere Süleyman et-Teymî, Ebû Amr b. Alâ, Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Ebû Bekir Şu‘be b. Ayyâş ve daha birçok âlim rivayette bulundu.

Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin vefatı üzerine kıraat hocası olarak onun yerini aldı. Ebû Bekir b. Ayyâş, Hafs b. Süleyman, Süleyman el-A‘meş, Halîl b. Ahmed, kırâat-i seb‘a imamlarından olan Ebû Amr b. Alâ ve Hamza ez-Zeyyât kendisinden bu ilimde faydalandı. İbn Hacer el-Heytemî, Ebû Hanîfe’nin de kıraat ilmini Âsım’dan öğrendiğini zikreder. Ebû Bekir b. Ayyâş’ın bir rivayetinde yer alan, “Okutma işine -alışverişlerini aksatmamak için- çarşı esnafından başlardı” ifadesinden de anlaşılacağı üzere kalabalık bir talebe topluluğu ders almak üzere çevresinde toplanıyor, sırasının gelmesini bekliyordu. Bu talebeleri arasında üvey oğlu Hafs ile Ebû Bekir b. Ayyâş, Âsım’ın kıraatinin ebedîleşmesinde farklı bir mazhariyete erdiler.

Talebeleri

Âsım kıraati denince önce bu iki talebesi hatırlanır oldu. Bunun sebebi, İbn Mücâhid’in (ö. 324/936) Kitâbü’s-Sebʿa’sında Âsım’ın kıraatiyle ilgili tesbitlerde diğer bazı râvilerle birlikte bilhassa bu ikisinin rivayetlerine dayanılması, daha sonra gerek kırâat-i seb‘a gerekse aşere konusunda telif edilen kaynaklarda da tercihin bu iki râviye inhisar ettirilmesidir. Ebû Abdurrahman es-Sülemî’den öğrendiği kıraati Hafs’a, Zir b. Hubeyş’ten öğrendiğini de Ebû Bekir b. Ayyâş’a öğrettiği bizzat Âsım’dan rivayet edilmiştir.

Kûfe’nin ve hatta Ortadoğu’nun Sınırlarını Aşmış

Âsım kıraati, özellikle Hafs’ın rivayetiyle -belki de İbn Mücâhid’in ölümünü takip eden yıllardan itibaren- Kûfe’nin ve hatta Ortadoğu’nun sınırlarını aşmış, nihayet XX. yüzyıl müslümanlarının yaklaşık yüzde doksanının tercih ettiği bir okuyuş tarzı olmuştur. Bunun sebebi, Âsım kıraatinin senedindeki sağlamlık yanında Hafs’ın rivayetindeki sadeliği, Kur’an’da birkaç kelime istisna edilecek olursa (Furkān sûresinin 69. âyetinde zamiri medle okunan فِيهِ, Kıyâme sûresinin 27. âyetinde idgamsız okunan مَنْ رَاقٍ ve Mutaffifîn sûresinin 14. âyetinde yine idgamsız okunan بَلْ رَانَ misallerinde olduğu gibi) kaide dışı okuyuşların bulunmayışı, gerek buna bağlı olarak gerekse beyne beyneihtilâs ve sadece birer istisnaları bulunan (bk. Hûd 11/41; Yûsuf 12/11; Fussılet 41/44) imâle, işmam ve teshîl gibi bazı mahallî şive ve lehçelerden kaynaklanan, özellikle Arap olmayanların uygulamada zorluk çekecekleri unsurların yer almayışı olmalıdır.

Kaynakların ittifakla dildeki fesahatine işaret ettikleri Âsım, bazı sûrelerin başlarında yer alan طه، كهيعص، حم، الم gibi hurûf-ı mukattaayı müstakil birer âyet olarak kabul etmemiş, bu anlayışı ise Kur’an’daki âyet sayısının tesbitinde Kûfeliler’in değişik sonuca ulaşmalarının sebepleri arasında zikredilmiştir. Âsım 127 (745) yılının sonlarında Kûfe’de vefat etti. Şam’da vefat ettiği ve vefatının 120, 128 ve 129 yıllarında olduğu da ileri sürülmüştür.

ŞUBE

Şube, kendisine dayanan bir rivayete göre 95 (713) yılında doğdu. Esedoğulları’ndan Vâsıl b. Hayyân’ın mevlâsı olduğu için Esedî nisbesini alan Ebû Bekir, buğday ticareti yapması sebebiyle “Hannât” lakabıyla da anılmıştır. Kıraat ilmini Âsım’dan öğrendi. Bu konuda kendisi, Kur’an’ı beşer âyetlik bölümler halinde Âsım’dan öğrenip üç defa hatmettiğini, onun dışında hiç kimseden Kur’an ve kıraat dersi almadığını söylemekte, yaklaşık üç yıl (başka bir rivayete göre yedi yıl) bu maksatla hocasının yanına gidip geldiğini anlatmaktadır.

Âsım, Ebû Abdurrahman es-Sülemî’den öğrendiği kıraati Hafs b. Süleyman’a, Zir b. Hubeyş’ten öğrendiği kıraati de Ebû Bekir’e okuttuğunu söylediğine göre Ebû Bekir’in kıraat rivayetindeki senedi Âsım – Zir b. Hubeyş – Abdullah b. Mes‘ûd – Hz. Peygamber olarak ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan Yahyâ el-Uleymî, Ebû Yûsuf el-A‘şâ, Abdülhamid b. Sâlih el-Bürcümî, Hafs ed-Dûrî ve kırâat-i seb‘a imamlarından Kisâî başta olmak üzere pek çok kişi ondan kıraat öğrendi. Ancak Ebû Bekir, ölümüne yaklaşık yirmi yıl kala kıraat okutmayı bırakıp bu ilme ait ihtilâfları (vecihler) rivayet etmekle meşgul oldu. Yahyâ b. Âdem de bunları yazıya geçirdi ve bu çalışma Âsım kıraatinin yazılı kaynaklarından birini teşkil etti.

Sadece Âsım’dan öğrenmesi

Ebû Bekir, devrinin yaygın anlayışına göre çeşitli hocalardan ders almak yerine kıraat ilmini sadece Âsım’dan öğrenmesi sebebiyle onun pek çok talebesi arasında seçkin yerini aldı ve Kûfeliler’in Âsım kıraati konusunda en çok güvendikleri kişilerden biri oldu. Âsım’ın üvey oğlu Hafs’la birlikte bu kıraatin ebedîleştirilmesini sağladı. İbn Mücâhid’in (ö. 324/936) Kitâbü’s-Sebʿa’sından sonra kırâat-i seb‘a imamlarının râvi sayısını iki ile sınırlayarak telif edilen kaynaklarda Âsım’ın iki râvisinden biri olarak Ebû Bekir’in rivayeti esas alındı.

Kıraati

Kur’ân-ı Kerîm’de Hafs’a göre 520 yerde (İbnü’l-Cezerî, I, 254) farklı okuyuşu olan Ebû Bekir’e ve onun kıraatteki rivayetine ilk dönemlerde Kûfeliler tarafından Hafs ve Âsım’ın diğer talebelerine nisbetle daha çok güvenildiği ileri sürülmüşse de zaman geçtikçe onun rivayeti yayılma şansını kaybetmiş, pek çok kurrâ ve râvinin kıraat ve rivayetlerinde olduğu gibi kitapların satırları arasında kalmıştır. Kaynaklarda ibadete düşkünlüğünden söz edilen ve kırk yıl süreyle her gün bir hatim (bir rivayete göre hayatı boyunca 18.000 hatim) indirdiği kaydedilen Ebû Bekir, sözünü esirgemeyen, gösteriş ve riyadan hoşlanmayan, sünnete bağlılığı ve helâl-haram anlayışındaki titizliğiyle tanınan bir kişiydi. Kaynaklarda bu karakterini ortaya koyan çeşitli olaylar anlatılır.

Zehebî, onun kırk yıl süreyle her gün bir hatim indirdiğini bildiren rivayeti değerlendirirken bunun gerçekten takdirle karşılanması gerektiğini ancak Hz. Peygamber’in tavsiyesine uymanın daha önemli olduğunu kaydetmiş, Peygamber’in Abdullah b. Amr b. Âs’ı üç günden az bir süre içinde Kur’an’ı hatmetmekten menettiğini ve, “Üç günden az bir zaman içinde Kur’an’ı hatmeden ondan hiçbir şey anlamaz” dediğini hatırlatmıştır. Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 34; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 323; Tirmizî, “Ḳırâʾat”, 13). Ebû Bekir b. Ayyâş, Cemâziyelevvel 193’te (Mart 809) Kûfe’de vefat etti. Bazı kaynaklarda vefat tarihi 194 (810) olarak da zikredilir.

HAFS

Hafs, 90 (709) yılında doğdu. Kumaş ticareti yaptığı için “Bezzâz” lakabıyla meşhur olup İbn Ebû Dâvûd ve Hufays diye de tanınır. Üvey babası Âsım b. Behdele’nin evinde yaşadığından onun terbiyesinde yetişmiştir. Kur’ân-ı Kerîm kıraatini Âsım’dan öğrendi ve Kur’an’ı ona defalarca okudu. Âsım, Ebû Abdurrahman es-Sülemî’den öğrendiği okuyuş tarzını Hafs’a, Zir b. Hubeyş’ten öğrendiğini de diğer râvisi Ebû Bekir b. Ayyâş’a okuttuğunu söylediğine göre Hafs’ın kıraat ilmindeki senedi Âsım b. Behdele – Ebû Abdurrahman es-Sülemî – Ali b. Ebû Tâlib – Hz. Peygamber olarak ortaya çıkmaktadır.

Bir ara Bağdat’a giden Hafs burada bir süre Âsım’ın kıraatini okuttu. Daha sonra Mekke’ye geçip burada da Âsım’ın kıraatini öğretti. Alkame b. Mersed, Kesîr b. Zâzân, Ebû İshak es-Sebîî, Ebû İshak eş-Şeybânî, Simâk b. Harb, Âsım b. Behdele, Abdülmelik b. Umeyr gibi kişilerden hadis rivayet etti. Kendisinden de Hüseyin b. Muhammed el-Mervezî, Hamza b. Kāsım el-Ahvel, Amr b. Sabbâh, Ubeyd b. Sabbâh, Süleyman b. Dâvûd ez-Zehrânî ve daha pek çok kişi arz ve semâ yoluyla kıraat öğrendiler.

Âsım b. Behdele’nin Kıraati

Hafs Kur’an kıraatinde hüccet sayılmış, özellikle Âsım b. Behdele’nin kıraatini rivayetteki güvenilirliği ve hıfzının sağlamlığı üzerinde kaynaklarda ittifak edilmiştir. Hafs, Âsım b. Behdele’nin kıraati için İbn Mücâhid’in Kitâbü’s-Sebʿa’sında tercih ettiği kişilerden biri olurken daha sonra kırâat-i seb‘a imamlarının râvi sayısını iki ile sınırlayan kıraat kitaplarında da Âsım’ın iki râvisinden biri olmuştur. Günümüzde müslümanların büyük çoğunluğunun okuduğu kıraat Âsım’ın Hafs rivayeti olup diğer râvi Ebû Bekir b. Ayyâş’la aralarında 520 yerde farklı okuyuşlar bulunduğu belirtilmiştir.

Hafs ile Ebû Bekir Arasındaki Okuyuş Farklılıkları

Hafs ile Ebû Bekir arasındaki okuyuş farklılıklarını bir araya getiren müstakil eserlere örnek olarak Ebû Bekir Abdullah b. Mansûr el-Bâkıllânî’nin Risâle fî ẕikri’l-iḫtilâf beyne ṣâḥibey ʿÂṣım Ebî Bekr ve Ḥafṣ adlı eseri zikredilebilir. Hafs, Rûm sûresinin 54. âyetinde geçen “za‘f” (ضعف) kelimesini “zu‘f” (ضعف) şeklinde okuması dışında hocasına muhalefet etmediğini söylemiş, ancak Âsım’ın Hafs rivayetine göre basılan mushaflarda bu kelime Âsım’ın tercihine göre okunmuştur.

İbnü’l-Cezerî’nin kabul ettiği görüşe göre Hafs b. Süleyman 180 (796) yılında vefat etmiştir. Kaynaklarda Hafs’ın herhangi bir eserinden söz edilmemekle birlikte onun Âsım’dan rivayet ettiği kıraate dair yazıldığı bilinen eserlerin bir kısmının nüshaları el-Fihrisü’ş-şâmil’de gösterilmiştir.

HAMZA

Hamza, kendi beyanına göre 80 (699) yılında doğdu. Kaynaklarda Fars asıllı ve İkrime b. Rib‘î ailesinin mevlâsı olduğu belirtilir. Kıraat tahsilini on beş yaşında iyi bir seviyeye getirdiğini söyleyen Hamza 100 (718-19) yılında imamlık görevi yapmışsa da hayatını ticaretle kazandığı, Kûfe’den Hulvân’a yağ götürüp sattığı ve bu sebeple “Zeyyât” lakabıyla anıldığı kaynaklarda verilen bilgiler arasındadır.

Hamza b. Habîb, kıraat ilmini Humrân b. A‘yen ve Muhammed b. Abdurrahman b. Ebû Leylâ’dan öğrenmiş, kendisinin belirttiğine göre bunlardan İbn Ebû Leylâ’ya Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını dört defa okumuştur. Ayrıca A‘meş, Ebû İshak es-Sebîî, Talha b. Musarrif ve Ca‘fer es-Sâdık gibi âlimlerden de istifade etmiştir. Kur’an ve kıraat alanında Hamza’dan pek çok talebe faydalanmış olup Süleym b. Îsâ el-Hanefî, Âiz b. Ebû Âiz, Şuayb b. Harb, Abdullah b. Sâlih el-İclî ve yedi kıraat imamından Ali b. Hamza el-Kisâî bunlardan bazılarıdır.

Talebeleri

Süleym b. Îsâ’nın onun talebeleri arasında ayrı bir yeri olmalıdır. Zira Hamza’dan okuyan bazı arkadaşları kıraatteki üstünlüğü sebebiyle Süleym’den de okumuş (Zehebî, Maʿrifetü’l-ḳurrâʾ, I, 306) ve Süleym, İbn Mücâhid’in Kitâbü’s-Sebʿa’sından sonra kırâat-i seb‘aya dair telif edilen pek çok eserde Hamza’nın kıraati konusunda tercih edilen Halef b. Hişâm ve Hallâd b. Hâlid adlı râvilerin de hocası olmuştur. Hamza b. Habîb, talebelerinden ücret almadığı ve hediye kabul etmediği gibi Kur’an dersi verdiği evden su içmeyi dahi hoş görmezdi. 156 (773) yılında Hulvân’da vefat edip burada defnedilen Hamza’nın 154 (771) veya 158’de (775) öldüğü de kaydedilmektedir.

Hamza b. Habîb’in Menâm fî fażîleti ḥıfẓi’l-Ḳurʾân adlı bir risâlesi günümüze ulaşmış olup yazma nüshası Köprülü Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (nr. 1631/3, vr. 36b-38a). Kaynaklarda zikredilen diğer eserleri şunlardır: Kitâbü Ḳırâʾati ḤamzaKitâbü’l-FerâʾiżKitâbü’l-ʿAdedKitâbü’l-Maḳṭûʿ ve’l-mevṣûl fi’l-ḲurʾânKitâbü Eşbâʿi’l-ḲurʾânMüteşâbihü’l-ḲurʾânKitâbü’l-Vaḳf ve’l-ibtidâʾ (İbnü’n-Nedîm, s. 146, 173, 175, 176, 177, 179). Vefâ Abdullah Kazmaz, Ümmü’l-kurâ Üniversitesi’nde (Külliyyetü’l-Lugati’l-Arabiyye) Ḥamza b. Ḥabîb ez-Zeyyât ve tevcîhü ḳırâʾatihî luġaviyyen ve naḥviyyen adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır (1401-1402/1981-1982).

HALEF

Halef, 150 yılının Receb veya Ramazan ayında (Ağustos veya Ekim 767) doğdu. Aslen Vâsıt’la Cebbül arasındaki Femüssılh’tan olduğu için Sılhî, Bağdat’a yerleştiği için Bağdâdî nisbesiyle tanınır. “Bezzâr” (hububat ve diğer tüketim maddelerini satan kimse) lakabıyla anılmaktan hoşlanmaz, kendisine “mukrî” denmesini isterdi. On yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen ve on üç yaşında Kur’an dersi vermeye başlayan Halef, kırâat-i seb‘a imamlarından Hamza b. Habîb’in kıraatini önde gelen talebesi Süleym b. Îsâ’dan, Âsım b. Behdele’nin kıraatini Ebû Yûsuf Ya‘kūb b. Halîfe el-A‘şâ’dan, Nâfi‘ b. Abdurrahman’ın kıraatini İshak el-Müseyyebî’den öğrendi.

Eğitimi

On dokuz yaşında iken, Kûfe’de Âsım b. Behdele’nin meşhur iki râvisinden biri olan Ebû Bekir b. Ayyâş’tan ders almak için Süleym b. Îsâ’nın tavsiye mektubu ile evine gittiyse de Ebû Bekir’in mektubu okuduktan sonra söylediği, “Bağdat’ta senden daha iyi okuyan birini bırakmamışsın, öyle mi?” (başka bir rivayete göre, “sen kendine yetersin”) şeklindeki sözünü küçültücü bularak onun evini terketti. Bu olayı bizzat nakleden Halef daha sonra yaptığından pişmanlık duymuş, Ebû Bekir’in kıraatini talebesi Yahyâ b. Âdem’den yazmak mecburiyetinde kalmıştır.

Kırâat-i seb‘a imamlarından Hamza b. Habîb’in kıraatini bizzat kendisinden almamış olmasına rağmen yedi imamın kıraatlerinin râvilerini iki ile sınırlayan kaynaklarda onun iki râvisinden biri olarak tercih edilen Halef, Hamza’nın okuyuşuna aykırı biçimde çeşitli rivayetlerden yaptığı 120 yerdeki isabetli tercihleri sebebiyle de on kıraat imamından biri sayılmıştır.

Üstünlüğü

Abbas b. Muhammed ed-Dûrî, Hamza’nın diğer râvisi Hallâd dışında Halef’ten daha üstün bir mukrî görmediğini (İbn Ebû Hâtim, III, 372), Hüseyin b. Fehm de ondan daha faziletli birini tanımadığını söylemiş, Hüseyin b. Fehm ayrıca Halef’in ders okutmaya önce Kur’an talebelerinden başladığını, ardından hadis öğrenmek isteyenlere izin verdiğini belirtmiştir. 7 Cemâziyelâhir 229’da (2 Mart 844) Bağdat’ta vefat eden Halef Künâse Kabristanı’na defnedildi. Onun Kitâbü’l-Ḳırâʾât (Kitâbü Ḥurûfi’l-ḳırâʾât), Kitâbü’l-ʿAdedİḫtilâfü’l-meṣâḥif ve Müteşâbihü’l-Ḳurʾân adlı bazı eserleri olduğu kaydedilmekteyse de (İbnü’n-Nedîm, s. 153, 174, 175, 179) bunların günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir.

HALLAD

Hallad, Ebû Abdullah künyesi, Sayrafî ve Kûfî nisbeleriyle de anılmış, ayrıca babasının adının Îsâ veya Huleyd olduğu ileri sürülmüştür. Hamza b. Habîb’in önde gelen talebesi Süleym b. Îsâ ile Hüseyin b. Ali el-Cu‘fî, Muhammed b. Hasan er-Revvâsî gibi şahsiyetlerden kıraat öğrendi; Hasan b. Sâlih b. Hay, Züheyr b. Muâviye, Muhammed b. Abdülazîz et-Teymî, Kays b. Rebî‘den hadis rivayet etti. Kendisinden Ebü’l-Hasan Ahmed b. Yezîd el-Hulvânî, Muhammed b. Şâzân el-Cevherî, Muhammed b. Heysem, Kāsım b. Yezîd el-Vezzân gibi âlimler kıraat öğrenirken Ebû Zür‘a er-Râzî ve Ebû Hâtim er-Râzî hadis rivayetinde bulundular.

Hamza b. Habîb’in kıraatini bizzat kendisinden almamış olmasına rağmen meşhur yedi imamın râvilerini iki ile sınırlayarak telif edilen kıraat kitaplarında onun iki râvisinden biri olarak tercih edilmesinin sebebi Hallâd’ın bu ilimdeki seçkin yeri, özellikle Kur’an tilâvetindeki üstün başarısı olmalıdır. Abbas b. Muhammed ed-Dûrî’nin Hamza b. Habîb’in kıraatinin diğer râvisi Halef b. Hişâm’ı överken, “Hallâd istisna edilecek olursa Halef’ten daha güzel Kur’an okuyan birini görmedim” demesi de  Hallâd’ın Kûfe kurrâsı arasındaki müstesna yerini gösterir.

Hallâd 220’de (835) Kûfe’de vefat etti. Onun biyografisine yer veren diğer müellifler gibi Buhârî de aynı tarihi zikrederken “220 veya bu yıl civarında” ifadesini kullanmıştır.

KİSAİ

Kisai, 120 (738) yılı civarında Bağdat’ın kuzeyinde Evânâ ile Hazîre arasında bulunan Bâhamşâ köyünde dünyaya geldi. Kûfe’de doğduğu da ileri sürülmüştür. Kaynaklarda Kisâî diye meşhur olmasının sebebi açıklanırken değişik rivayetler zikredilmiş olup bunların çoğu onun aba giymesiyle ilgilidir. Küçük yaşta Kûfe’ye gitti. İbn Ebû Leylâ ve Ebû Hayve Şüreyh b. Yezîd el-Hadramî’den kıraat dersleri aldı; Hamza b. Habîb ez-Zeyyât’tan dört hatim indirdi. Ca‘fer b. Muhammed es-Sâdık, A‘meş ve Süleyman b. Erkam’dan hadis rivayet etti.

İleri yaşlarında konuşması esnasında bir kelimeyi yanlış kullanması sebebiyle lahin yaptığının söylenmesi ve bu yüzden kınanması üzerine Muâz b. Müslim el-Herrâ’dan nahiv öğrendi. Ardından Basra’ya giderek Halîl b. Ahmed’in derslerine katıldı. Ebû Amr b. Alâ, Yûnus b. Habîb ve Îsâ b. Ömer el-Hemdânî’den faydalandı. Nahiv ilmi için Halîl b. Ahmed’in Hicaz, Necid ve Tihâme kabilelerine gitmesini tavsiye etmesi üzerine seyahate çıktı. Nahiv ilmini en fasih şekliyle bu yerlerdeki Arap kabilelerinden öğrenmeye çalıştı. Basra’ya döndüğünde Halîl b. Ahmed ölmüş, yerini Yûnus b. Habîb almıştı. Yûnus’la aralarında geçen ilmî tartışmalar sonunda Yûnus onun üstünlüğünü kabul ederek ders okutma görevini kendisine bıraktı.

Talebeleri

Kisâî’den Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Ebû Ömer ed-Dûrî, Kuteybe b. Mihrân, Ebü’l-Hâris Leys b. Hâlid gibi âlimler kıraat ilminde istifade etmiş; Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, Ya‘kūb b. İbrâhim ed-Devrakī, Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Sa‘dân ve diğerleri kendisinden rivayette bulunmuştur. Ayrıca Ferrâ, Meʿâni’l-Ḳurʾân adlı eserinde Kisâî’den aldığı rivayetlere bolca yer vermiştir. Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh, Kisâî’yi Bağdat’a davet ederek oğlu Hârûnürreşîd’in eğitimiyle görevlendirdi. Ardından Hârûn da oğulları Emîn ve Me’mûn’un eğitimini ona havale etti; kendisini hacca götürdü ve ondan yararlanmayı sürdürdü.

Vefatı

Hayatının sonuna kadar kıraat ve dil konusunda otorite kabul edilen Kisâî, Hârûnürreşîd’le çıktığı Horasan seyahati sırasında Rey’e bağlı Renbeveyh (Erinbûye) köyünde 189’da (805) vefat etti. İbn Mücâhid’in belirttiğine göre Kisâî, kıraat ilmini esas itibariyle Hamza b. Habîb ez-Zeyyât’tan almış olmasına rağmen 300 kadar yerde ona muhalefet etmiş, gerek onun kıraatinden gerekse diğer bazı imamların okuyuşundan tercihler yaparak isnad gerçeğini de göz ardı etmeksizin kendine has bir kıraat meydana getirmiştir. Yaptığı tercihlerle gördüğü kabul üzerine kıraatte asrın imamı sayılmıştır. Hem Kur’an okuyucusu hem Kur’an muallimi kimliğiyle Kûfeliler Hamza’dan sonra Kisâî’nin kıraatini benimsemiş ve bu kıraatin etkinliği bölgede V. (XI.) yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir.

Kisâî kıraati, özellikle İbn Mücâhid’in yedili sisteminden önce Halife Me’mûn zamanında yapılan seçimlerde yedinci imam olarak yerini almıştır. Ancak İbn Mücâhid’in Kitâbü’s-Sebʿa’sında yer aldıktan sonra Şam bölgesinde de yaygın şekilde okunmuş, Mısır’da aynı sistem içinde kabul görmüştür. Kisâî’nin kıraati, kırâat-i seb‘a ve kırâat-i aşereye dair eserlerde yer almasının yanında müstakil çalışmalara da konu olmuştur

EBUL HARİS

Ebul Haris, Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Bazı kaynaklarda Mervezî nisbesiyle de anıldığı zikredilmiştir. Ancak Ebû Amr ed-Dânî bunun doğru olmadığını, bu nisbe ile aynı adı taşıyan kimsenin Mâlik b. Enes’in talebelerinden biri olduğunu ve Ebû Bekir künyesiyle anıldığını söylemiştir. Kıraat ilmini arz yoluyla kırâat-i seb‘a imamlarından olan Ali b. Hamza el-Kisâî’den öğrendi ve onun önde gelen talebeleri arasında yer aldı. Ayrıca Hamza b. Kāsım el-Ahvel ve Yahyâ b. Mübârek el-Yezîdî’den de faydalanarak rivayette bulundu. Seleme b. Âsım, Muhammed b. Yahyâ el-Kisâî, Fadl b. Şâzân ve Ya‘kūb b. Ahmed et-Türkmânî kendisinden kıraat ilminde istifade eden talebelerindendir. 

İbn Mücâhid’in  Kitâbü’s-Sebʿa’sında Kisâî kıraatinin râvileri arasında yer verdiği Ebü’l-Hâris’in, özellikle hicrî V. yüzyıldan itibaren kırâat-i seb‘a imamlarının râvilerini iki ile sınırlayan kıraat kitaplarında  Kisâî’nin iki râvisinden biri olarak tercih edilmesinin sebebi, herhalde onun bu ilimdeki üstünlüğü, özellikle Kisâî kıraatini icrada üstat sayılması ve buna bağlı olarak, Ebû Amr ed-Dânî’nin de belirttiği gibi (et-Teysîr, s. 3), bu kıraatle ilgili rivayetinin güvenle ve yaygın bir şekilde okunmuş olmasıdır.

Burada mevcut olan tüm bilgiler https://islamansiklopedisi.org.tr/ dan alınmıştır. İlim taliplerine kolaylık olsun diye bazı ayrıntılar çıkarılmış, daha derli toplu olması hedeflenmiştir..